27 Şubat 2011 Pazar

Askeri Darbelerin Hukuksal Meşruiyeti

Bu yazıyı 2 sene önce bir sosyal paylaşım ortamında yazmıştım. O günden günümüze ilgi alanlarım, üslubum veya siyasal hassasiyetim değişime uğradı. Tozlu raflardan çıkagelen bu hevesli yazıyı 28 Şubat'a ithafen size sunuyorum.



Yazacaklarım, hiçbir devlet kurumunun aleyhine değildir. Belirteceğim sorunsal, sadece Türkiye'de değil; yönetim şekli ulusun egemenliğine dayanan tüm ülkelerdeki sivil hayat ile asker postalı arasında kalmışlığın ifadesidir. Lakin gerektiğinde bize en yakın kaynak olan ülkemiz kanunlarından da örnekler vereceğim.
 

Ulusal egemenlik nedir?

İlk önce bunu cevaplayalım. Ulusal egemenlik ülke yurttaşlarının dolaylı temsil yolu ile kendilerine temsilciler seçerek, meclis denilen bir ulusal karar komisyonunda devleti işletmeleridir. Oluşan meclisler, toplumun çehresidir. Ülkelerin anayasaları kapsamında oluşturulan seçim sistemi/temsil sistemi ışığında, ulusun egemenliğinin işler hale gelmesi için kurulan meclisler birer yasama organıdır. Devletin bel kemiği olan meclisler ulus ve ortak irade adına karar alırlar. Yetkileri yine o ulusun ortak irade ve ortak bilinç ile oluşturmuş olduğu anayasa tarafından belirlenir. Meclisler toplumun kendisi ile yüzleşme ve hesaplaşma mekanizmasıdır. Siyasal işleyişi meclis ve toplum adına yürüten organ ise yürütmedir. Yürütme organı hükümettir. Hükümet mecliste bulunan partilerin oluşturduğu bir organdır ve direk olarak yasamaya yani meclise karşı sorumludur. Yetkileri ve sorumlulukları anayasa ile belirlenmiştir. İşleyemeyen hükümet, meclis veya cumhurbaşkanı - devletlere göre değişir - tarafından, yani dolaylı olsa bile ulus yolu tarafından görevden alınabilir. Aynı meclis içerisinden başka bir hükümet kurulur ve yürütme organını üstlenir. Yürütmenin meşruiyeti ise yine anayasa ve toplumun oluşturduğu meclistir.
 

Özetle toplum, egemenliğini bu kurumlar aracılığı ile kullanır ve devletin işlemesini sağlar.  


Silahlı kuvvetler ulusal egemenliğin neresinde ? 

Ülkelerin silahlı kuvvetleri, genellikle ya yürütme organına yada yasama organına sorumluluk açısından bağlıdır. Yetkileri anayasa ve özel kanunlar tarafından belirlenmiştir. Belirtmeliyim ki özel kanun demek ayrıcalıklı kanun anlamına gelmemektedir. Özel kanun, çok detaylı bir konuya hitap eden kanun demektir. Silahlı kuvvetler, anayasada belirtilen görev ve sorumluluklarının hassasiyeti nedeniyle ayrı biz özellik taşır. Bütçeleri bellidir fakat üstlerinde mali denetim yoktur. Yargı sistemleri bazı ülkelerde - örneğin Türkiye - sivil yargıdan ayrıdır. Fakat silahlı kuvvetler de diğer bütün devlet kurumları gibi bürokratik hiyerarşi içerinde bir yasama yahut yürütme organına bağlıdır. Bürokrasideki ast-üst ilişkisi, bu kurum için de geçerlidir. Ülkemiz anayasası uyarınca, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ülke dışında bir yere gönderilmesi, sınır ötesi harekat veya bir isyanı bastırmak için silahlı kuvvetlere yetki verilmesi gibi pek çok yetki doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yani ulusa aittir. Türk Silahlı Kuvvetleri bu konuda tek başına karar veremez. Türk Silahlı Kuvvetleri, milli savunma bakanına ve başbakanlığa bağlıdır. Gerçekleştirdiği eylemler açısından başbakanlığa ve milli savunma bakanlığına sorumludur. Başbakanın sorumluluğu da meclisedir.
Bu nedenle, rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bütün diğer devlet kurum ve kuruluşları gibi, silahlı kuvvetler de anayasalar uyarınca oluşturulan sorumluluk zinciri ekseninde dolaylı olarak da olsa ulusun emrindedir. Ulus yerine karar verme yetkisi yoktur. Ulus yerine karar verecek olan, ulusun vekillerinden oluşan meclistir.
 

Gelelim şu çelişki konusuna. Çelişkiyi oluşturan asıl öge, ulusal egemenlik ile yönetilen ülkelerin silahlı kuvvetlerinin görev ve yetkilerini belirleyen kanunlardır. Bu kanunlardaki bazı maddeler, silahlı kuvvetler tarafından yapılan darbelerin meşru olduğuna dair en büyük savunudur.
 

Ülkemizden örnek verelim :

Türk Silahlı kuvvetleri İç Hizmet Kanunu :

Madde 35 - '' Silahlı kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır. ''


Bu madde, ülkede yapılan darbelerin meşruiyet tabanı olarak gösterilir. Buradan ''Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkede oluşan siyasal/sosyal karmaşa ve buhran halinde eğer devletin ve ulusun güvenliğinin tehlikeye düştüğüne kanaat getirir ve gerekenin sivil siyaset tarafından yapılmadığını görürse yönetime el koyabilir'' anlamı çıkarılmaktadır. 


Beynelmillel bir hukuksal kural olan normlar hiyerarşisine göre hiçbir kanun anayasadan üstün değildir ve anayasaya aykırı olamaz. Ülkemizde bu kanun 1961 yılında yürürlüğe girmiştir. Hala yürürlükte olmasının yegane anlamı, hala anayasaya aykırı olmadığıdır. Peki gerçekten öyle mi? İşte bu soru cevaplanmak zorundadır. Ülkemiz anayasası, devleti yönetecek yegane erk olarak ulusun kendisini göstermiştir. Tek yetkili ulustur. TBMM'nin duvarında Mustafa Kemal Atatürk'ün o malum özdeyişi, ''Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.'' yazmaktadır.

Buradan yapılacak çıkarım şudur. Anayasal sistemimiz ulusu yönetecek erkin yine ulusun kendisi olduğunu öngörürken; aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri'ne, gerekli olan hallerde ulusal egemenliğin belirlendiği yer olan meclisi kapatmak ve yönetime el koymak yetkisi tanımıştır ki burada gayet büyük bir hukuksal sorun yatmaktadır. Sorunun tıkandığını zannettiğimiz noktalardan biri, ilgili kanunun değişmemesi - ki bu demek oluyor ki anayasaya aykırı değil - diğeri de egemenliğin zorla da olsa devredilebileceğidir. Modern özgürlük ve egemenlik anlayışına göre - ki bunu Atatürk de belirtmiştir - egemenlik devredilemez. Egemenliğin devredilemesi bir anayasal olgudur.

Yetki karmaşası bizi nereye götürür?


İşte bunun cevabı aslında çok basittir. Yetkilerini ulus adına ve ulus hesabına kullanmak zorunda olan ve yine ulusa karşı hesap verme sorumluluğu olan kurum yetkilerini ulusun kendisine karşı kullanamaz.Türk silahlı kuvvetleri iç hizmet kanununun 35'inci maddesi, silahlı kuvvetlerimizi, kendi gerekli gördüğü hallerde yetkilerini ulusun yetkileri ve hakları ile eş koşabileceğini belirtmektedir. Hal böyle olunca ulusun da buna karşı direnme hakkı doğar. Bu da ülkeyi kaosa götürür.

Sonuç : 


35'inci madde doğrultusunda silahlı kuvvetler tarafından gerçekleştirilen darbelerin meşruiyeti yoktur. 35'inci maddeye dayanarak söylenen her şey birer çıkarımdır. Anayasa hatta ülkemizin yapı taşı olarak belirtilen Atatürk İlkeleri şartı şurtu olmaksızın her şeyi - sonucu ne olursa olsun - ulusa teslim etmiştir. Bu madde açık bir şekilde darbe yapma yetkisi tanımamıştır. Bunun nedeni, yukarıda bahsettiğim normlar hiyerarşisi kuralına göre hiçbir ast hukuk kuralının bir üst hukuk kuralından üstün olamayacağıdır. Hiçbir hukuk kuralı, gerektiğinde kendisinden üst kural olan anayasayı ortadan kaldırma yetkisi ile donatılamaz. Hukukun temel prensibine göre, nitelik olarak anayasanın altında olan bir kanun maddesi, bir kurumu anayasayı lağvedebilecek yetkilerle donatamaz. Bunu savunmak hukuk bilmemektir. İş bu nedenlerden dolayı maddenin değişmesi gerekmektedir.

Sivil hayata karşı yapılan askeri darbeler birer egemenlik gaspı ve insanlık ayıbıdır. Ulus devletlerde, her ulus kendisini yönetmekte tek yetkilidir. Sadece bizim ülkemizde değil, diğer bütün ülkeler için de bu geçerlidir. Ulusu ve devleti yönetme yetkisini ulusun kendisinden alan sivil siyaset mekanizmaları ne kadar kötü olursa olsun en azından meşrudur ve anayasal tabandan gelmektedir. Bir ulus ne ise, siyasi hayatı da o olacaktır. Erk, ister sarıklı, ister postallı ise kravatlı olsun, hiçbir zümreye bırakılamaz.